HPV Virusu , Hayatınızı Düzene Sokun...
Yaşam koşulları değiştikçe, her gün ayrı bir virüsle tanışır hale geldik. Yaşamımızı tehdit edecek kadar önem kazanan virüsler, dünyada salgınlar halinde yayılıyor, bir çok hastalığın kaynağını oluşturuyor ve tamamen ortadan kaldırılıp, tedavi edilemediği için daha çok can sıkıyor.
Bu yazı dizimde HPV’nin tanımından, nasıl başa çıkılabileceğine ve beslenmenin HPV ile olan ilişkisine dair pek çok başlıklarda sizi aydınlatmaya çalışacağım.
Şu sıralar medya ve tıp dünyasında sıkça konuşulan virüslerden bir tanesi de HPV, yani Human Papilloma Virüs. Ülkemizde son zamanlarda da giderek artan sıklıklarda görülmeye başlanan HPV, sağlıklı hücrelerin içine girerek hücrede bir takım değişikliklere neden oluyor ve maalesef bu değişiklikler masum olamıyor.
HPV hakkında biraz daha aydınlatıcı olursak şunları sıralayabiliriz. 70’ e yakın türü olan HPV, cinsel yolla bulaşan ve özellikle rahim ağzı kanserinin oluşumunda çok etkili ve önemli olan bir virüs. HPV’nin farklı türleriyle ile tanışan bireyler, virüsün neden olduğu enfeksiyonları kimi zaman vücutta bulgu vermediği için fark edemiyorlar. Kimi zaman genital bölgede ve mukozada görülebilen farklı boylardaki siğillerle (kondilom) karşılaşabiliyorlar. Hatta siğiller tedavi edilip ortadan kaldırılsalar da tekrar görülebiliyorlar. Ya da sürekli devam eden ve iyileşmeyen HPV enfeksiyonu sonucu rahim ağzı kanseri öncesinde görülen durumlarla tanışıp, rahim ağzı kanserine adım atıyorlar.
Rahim ağzı (serviks) kanseri dünya kadınlarını tehdit eden kanserler arasında ikinci sırada yer alıyor, ve bu kansere yakalanan kadınların yarısı hayatını kaybediyor. Her HPV kansere yol açmıyor, yukarıda da belirtildiği gibi, farklı durumlar yaşanabiliyor. Ancak dikkat edilmesi gereken durum HPV’nin neden olduğu enfeksiyonlar. Çünkü üzücü olan şu ki, HPV ile tanışan birey yaşamı boyunca onunla olmak zorunda.
Peki bütün bu bilgilerden sonra oldukça
karamsar olup, ‘’kaderimizi’’ mi yaşamak gerek? Kesinlikle
hayır. HPV ile yaşamaya başladığını öğrenen her birey artık
elinden geldiğince vücuduna yerleşen bu virüsün yarattığı
enfeksiyonlardan korunmak zorunda. Bireyler bunu başardıklarında
hem siğillerin tekrarlama olasılıklarını yok ediyorlar, hem de
aslında gerçekten korkulu bir rüya haline gelebilecek rahim ağzı
kanserini kendilerinden uzaklaştırıyorlar. Peki ama bunu nasıl
yapacaklar? Yanıtı basit. Bağışıklık sistemini dimdik ayakta
tutarak. Bağışıklık sisteminin ayakta durması için ihtiyacı olan
şey ise sadece bir kelime. BESLENME!!
Ancak atılacak ilk adım çok önemli.
HAYATINIZI DÜZENE KOYUN
Öncelikle yapmanız gerekenlerin en başında yer alması gereken şey, düzenli bir yaşama adım atmaktır. Bunun için neler yapabilirsiniz;
· Uyku düzeninizi koruyun
· Kesinlikle sigara kullanmayın
· Alkolden uzak durun
· Gün içinde asla maruz kalmayın dediğimiz stres ve sıkıntı faktörünü olabildiğince baskılamaya çalışın
· Düzenli olarak spor veya fiziksel aktivite alışkanlığı kazanın
· Beslenmenize çok önem verin
HPV’DE BESLENME NEDEN ÖNEMLİ?
Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi HPV ile tanışan bireyler için oldukça büyük öneme sahip olan bağışıklık sisteminin görevini en iyi şekilde yerine getirmesi için gerek duyduğu en önemli şey beslenmedir. Bağışıklık sistemi sizi her türlü hastalık etmeni ve tehlikeden koruyan yegane sistemdir. Her daim vücudunuzu korumak için çalışan bu sistem sizden beslenir. Yani onun dayanıklılığı sonsuz ya da sınırsız değildir. Kendiliğinden de var olmaz. Var olmak ve işlerliğini devam ettirebilmek için sizden destek bekler. İşte sizin ona verebileceğiniz ve daimliğini sağlayabileceğiniz en büyük destek onu iyi beslenmenizdir.
HPVLİ BİR BİREY İÇİN BESLENME NASIL BİR DESTEKÇİ?
Vücudumuz her gün on binlerce kimyasal aktiviteye şahit oluyor ve havayla aldığımız oksijen bu aktiviteler sonucunda serbest radikal dediğimiz zehirli (toksik) etkisi olan maddeleri açığa çıkıyor. Bu maddeler bütün doku ve hücrelerimizi tahrip ediyor, hücre yapılarını bozarak hücre DNA’sına zarar veriyorlar. Ve bazı araştırma sonuçlarına göre vücudumuz günde on bin adet serbest radikalin saldırısından korunmaya çalışıyor. Serbest radikalleri vücudumuzda hiç üretmeme gibi bir şansımız yok. Çünkü yaşama devam edebilmek için oksijen kullanmak zorundayız. Ancak elimizden gelebilen bir şey var. Dokuları tahrip eden ve sürekli yıpranmasına neden olan serbest radikalleri hemen uzaklaştırarak, bağışıklık sistemimizin üstlendiği sorumluluğu paylaşmak ve daha verimli çalışmasına destek olmak. Bunun için de serbest radikallere savaşarak vücudumuzu koruyan maddelere, yani antioksidanlara ihtiyacımız var.
İşte antioksidanlarla ilgili birkaç bilgi;
· Serbest radikallerin en önemli yok edicileri olarak tanımlanıyorlar
· Yaşlanma etkilerini azaltarak yaşam süremizi uzatan ve kanser, kalp hastalıkları gibi tehlike yaratarak her geçen gün daha çok can alabilen hastalıklara yakalanma riskini indirgeyen özelliklere sahip kimyasal maddeler olarak biliniyorlar.
· Antioksidanların bir kısmı kendi vücudumuzda üretildiği gibi bir kısmı da besinler yoluyla alınıyor
· Aslında antioksidan-serbest radikal çatışmasında belli bir denge söz konusu, ama günümüz koşulları ve stres etmenleri varlığında bu denge bozuluyor ve savaş serbest radikallerin galibiyetiyle sonuçlanıyor. Bu yüzden besinlerle daha çok almamız gerekiyor ve beslenme sizin için en önemli baş köşeye oturuveriyor.
· Özellikle ilerleyen yaşlarda bağışıklık sistemimize sağladığı katkılarla daha kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sunuyor.
ANTİOKSİDAN ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Bilinen antioksidan çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz:
E VİTAMİNİ: Karaciğerde depolanabilen ve yağda çözünme yeteneğine sahip, çevresel etmenlerle vücutta oluşabilecek toksin bir antioksidan.
C VİTAMİNİ: Vücutta depolanamayan ve suda eriyen, hücrelerde zararlı reaksiyonların oluşumunu engelleyen ve enfeksiyonu durduran bir antioksidan.
A VİTAMİNİ: E vitamini gibi yağda çözünme yeteneğine sahip ve karaciğerde depolanabilen, vitamin olarak da görme fonksiyonları, bağışıklık sistemi ve iç organlarımızı koruyucu epitel tabaka düzeninin oluşmasında oldukça önemli roller üstlenen bir antioksidandır.
SELENYUM: Vücudun kendisinin ürettiği glutatyon peroksidaz isimli antioksidan enzimi harekete geçiren bir antioksidan.
ÇİNKO: Vücudumuzda akyuvar ve antikorların oluşumu başta olmak üzere, yaraların kapanması, enfeksiyon hastalıklarına karşı korumada oldukça etkili bir antioksidandır.
BETA KAROTEN: Vücutta depolanarak A vitaminine de dönüştürülebilen kuvvetli bir antioksidandır.
FLAVANOİDLER: Özellikle sebze ve meyvelerde A ve C vitamininden bile fazla miktarlarda bulunabilen, C vitamininin etkisini azaltan antioksidanlardır. Yapılan araştırmalarla; kanserli hücrelerin oluşumunun engellenmesinde oldukça aktif olduğu ortaya çıkarılmıştır.
KOENZİM Q: Özellikle kanser ve nörolojik hastalıklardaki olumlu etkileriyle tanınan ve yorgunluk etkilerini azaltan, vücutta üretilebilen bir antioksidandır.
LİKOPEN: Beta karoten ile aynı ailede bulunan ve meyveye kırmızı rengi veren bir antioksidandır.
Ancak şunu kesinlikle unutmamak gerekir. Bütün besin maddelerinde olduğu gibi antioksidanlarda da tek başına daha çok etkili bir antioksidan yok. O yüzden hepsi dengeli bir şekilde alınmalı ki, birbirlerine destek verip yararlılıklarını arttırabilsinler.
Kaynak::
Pınar AKKUZU
Diyetisyen - İstanbul
Fahri Gizden Sok. Mühendisler Apt. No:10/6 Gayrettepe
İstanbul
Telefon :
(532) 267 26 79
(212) 347 89 30